22 Nisan 2009 Çarşamba

Probleme Dayalı Öğrenme Tekniği

Probleme Dayalı Öğrenme Tekniği



"Nisbî mantık yardımıyla hazırlanan sunî zekâ programlarının, uzman sistemlerde ve farazî ortam uygulamalarında kullanılmasına başlanmıştır. Bu çalışmaların simülasyon ve animasyon tekniklerine yeni bir buud getireceği tahmin edilmektedir."

Bu metni tekrarlaya tekrarlaya ezberlemek mümkündür, fakat anlamak için ezberlemek yeterli değildir. Yukarıdaki metni, ancak, daha önce "iletişim teknolojisi" konusunda detaylı araştırma yapmış insanlar idrak edebilirler, çünkü bu insanların hafızalarında mevzu hakkında "idrakî bir yapı", yani bir kavram çerçevesi, bir semantik alan mevcuttur. Metni okurken bu yapı, çerçeve ve alanları aktif hale getirirler, başka bir ifadeyle önceki bilgilerini kullanırlar. Bu eski bilgiler ne kadar fazla olursa, yeni bir mevzunun idraki de o kadar kolay ve çabuk olur.

Probleme dayalı öğrenme tekniği, eskiden beri medreselerimizde kullanılan ve son birkaç yıldır başta Hollanda olmak üzere bazı batı ülkelerinde yoğun araştırmalarla desteklenen bir öğrenim tekniğidir. Bir problemle karşılaşan talebelerin tahsil kabiliyetlerinin nasıl geliştiğini, idraklerine tesir eden unsurların neler olduğunu tespit etmeye çalışan psikolog, pedagog ve dilbilimcilerin bu konuda edindikleri tecrübeler gerçekten çok ilgi çekicidir (Schmidt, 1993).

Öğrencilerin anlayışlarına tesir eden unsurları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Bir konu hakkında insanların sahip olduğu eski bilgiler, kullanılabilecek yeni bilgilerin tür ve miktarını belirlemede en önemli faktördür.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, öğrencilerin mevcut bilgi seviyeleri, verilmesi düşünülen malumatın idrakinde çok mühim bir faktördür. O halde farklı bilgi ve tecrübelere sahip oldukları için farklı vukuf seviyelerinde bulunan öğrencilere, aynı materyalin takdim edilmesi verimli olmayacaktır.

2. Eski bilgilerin zengin olması gerekli, fakat yeterli değildir. Yeni bilgilerin anlaşılıp hatırlanması için eski bilgilerin, metindeki bazı ipuçları yardımıyla aktif hale getirilmesi de gereklidir.

Meselâ girişte verdiğimiz metnin "İletişim Teknolojisi" gibi bir başlığı olsaydı, metni anlayanların sayısı artacaktı. Gerçekten de yapılan tecrübeler neticesi, başlığın idrak ve hatırlamayı iki kat artırdığı tespit edilmiştir (Bransford ve Johnson, 1972). Demek ki yeni bilgilerin tahsilinde kuru bir metin kâfi değildir. Kavram çerçevelerini ve semantik alanları aktive edecek, yani mevzuyu idrak etmek için zihni hazır hale getirecek başlık, özet, anahtar kelimeler gibi unsurlara da ihtiyaç vardır.

3. Bilgiler bir yapı halindedir, yani bir bütün halinde planlanıp bina edilmiştir. Bilgilerin zihinde bina ediliş şekli, onların verimli veya verimsiz şekilde kullanılmasına sebep olur.

Peki bu yapının mahiyeti nedir? Psikologlara göre zihindeki bilgiler semantik bir ağda yer alan hükümler ve kaziyeler şeklindedir. Aşağıdaki misaller tıp sahasındaki hükümlere aittir.

a. Bakteriler zehirli maddeler üretirler.

BAKTERİLER ====(sebep---üretmek)====> ZEHİRLİ MADDELER

b. Antikorlar zehirli maddeleri zararsız hale getirirler.

ANTİKORLAR ====(sebep---hale getirmek)====> ZEHİRLİ MADDE====> ZARARSIZ---(sıfat)

Bu hüküm ve kaziyelerin binlerce olduğu düşünülürse, zihinde elemanları birbiriyle irtibat halinde olan nasıl bir semantik ağın oluştuğu hayal edilebilir. Burada enteresan bir husus vardır: Bir insanın zihnindeki semantik alan, bir başkasınınkiyle birebir tekabül etmez. Bu yüzden eşya ve hâdiselerin idrak ve değerlendirilmesinde farklılıklar ortaya çıkar. Hatta aynı şeylere inanan insanlar arasında bile, bu gerçek sebebiyle, anlayış ve inanç seviyesinde farklılıklar mevcuttur.

Dünyayı anlamamız, semantik alanlardaki inkişafa bağlıdır. Bu alanlar ne kadar sağlam ve genişse idrakimizdeki doğruluk ve derinlik de o nisbette fazla olur. Yalnız bir noktaya dikkat edilmelidir: Semantik ağ, kitaplardaki bilgilerden ibaret değildir. Semantik ağlar bir ferdin tecrübe, görüş ve düşünceleriyle oluşurlar. Bu yüzden onları "mini inançlar" şeklinde tarif etmek de mümkündür.

Bir semantik ağdaki mevcut bilgilerin teferruatı, kavramlar arasındaki ilişkilerin sayısı ve bütün bunların organize ediliş şekli, o bilgilerle neler yapılabileceğini belirler. Öğrencilerin zihinlerine depoladıkları bilgilere rağmen hayatta karşılaştıkları "gerçek" problemlerin üstesinden gelememelerinin sebebi budur. Yani mevcut bilgileri kullanışlı bir şekilde organize etmemişlerdir. Zaten bu bilgiler de ancak bir probleme çözüm bulmak zorunda kalındığında veya tevdi edilen bir vazifeyi yapmak gerektiğinde zihinde netleşip organize edilmektedir.

4. Öğrenilen materyale gösterilen ihtimam ne kadar çok olursa hafızaya nakşetme ve hatırlama da o kadar kolay olmaktadır.

Yabancı dil tahsilinde yeni bir kelimeyi, eş veya zıt manalı kelimelerle birlikte öğrenerek ya da birkaç cümlelik bir metinde kullanarak ezberlemek, daha doğrusu inceden inceye bu kelimeyi işleyerek onu rahatlıkla kullanabilecek bir hale gelmek, "ihtimam prensibi"ne misal olarak gösterilebilir. Demek ki ihtimam, kavramlar arasındaki irtibatı artırıp güçlendirerek hafızaya yardımcı olmaktadır.

5. Semantik ağların bulunduğu uzun süreli hafızadaki bilgileri aktif ve kullanışlı hale getirmek için, çalışılan çevreye ait birtakım ipuçları gereklidir.

Bu hususta yapılan tecrübe şu şekildedir: (Godden ve Baddeley, 1975).

Bir grup öğrenciye, bir havuzun içinde, ikili gruplardan oluşan bir kelime listesi verilmiştir. Aynı liste, havuzun yanında bulunan başka bir gruba daha sunulmuştur. Daha sonra her iki grubun yarısının yeri birbiriyle değiştirilmiştir. Öğrencilerden kelimeleri gruplar halinde hatırlamaları istendiğinde yerleri değişmeyenlerin, yerleri değişenlere göre daha rahat hatırladıkları görülmüştür. Demek ki çalışılan çevrenin idrak ve hatırlamada tesiri vardır. Belki de bu yüzden evde çalışan öğrenciler, sınıfta bildiklerini unutmuş hale gelmektedir. Bu meyanda, sınıflarında etüt yapan yatılı öğrencilerin daha avantajlı oldukları söylenebilir.

6. Öğrenme hususunda motive olmuş bir öğrencinin çalışma süresi ve bu yüzden başarısı artar.

İnsanlarda fıtrî bir merak hissi vardır. Onlardaki bu bilme arzusunu canlandıracak çalışmalar ilim tahsilini kolaylaştıracaktır. Belli bir grup içinde soru-cevap veya münazara metoduyla belli bir meseleyi mütalaa etmek, bu merak hissini uyandırabilir. Muhalif fikirlerle yüz yüze gelmek, insanı, kendi fikirlerini ve bakış açısını netleştirmeye, bilgilerini daha kullanışlı bir şekilde tasnif etmeye zorlar (Lowry ve Johnson, 1981).

İşte probleme dayalı öğrenme tekniği de bir rehber eşliğinde, belli bir tartışma grubu içinde, karşılaşılan problemleri çözmeye çalışmayı ve böylelikle yeni şeyler öğrenmeyi hedefler. Rehberin öğrencilere temel prensipleri göstererek onları yönlendirmesiyle tartışma başlar. Öğrenciler mevcut bütün bilgilerini aktif hale getirerek onları kulanmak zorunda kalırlar. Grup tartışması, mütalaa edilen mevzuya gösterilen ihtimamı da artırır, zira mevzu derinleştikçe tefekkür edilen detaylar da artacaktır. Tartışma, yani müzakere, belli bir problem üzerinde yoğunlaşacağı için çevreye ait ipuçlarının (ele alınan spesifik problemin) hafızaya yardımı olacaktır. Ayrıca bu tartışma, öğrencilerdeki merak hislerini de uyararak dikkatlerini, araştırma ve öğrenme arzularını da artıracaktır. Neticede öğrencilerin zihinlerinde arzu edilen semantik ağların oluştuğu görülecektir.

Okuyan, okuduklarını müzakere eden, merak duyan ve yeni şeyler öğrenme peşinde olan mütecessis ruhlu talebeler yetiştirmemiz temennisiyle.